Taşlar yerinden oynuyor mu? CHP ve AKP arasındaki tabloda son durum | Hatem Ete anlatıyor

06.10.2025 medyascope.tv

6 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PANORAMATR'nin Eylül ayı araştırması yapıldı, raporu yazıldı. Biz de her zaman yaptığımız gibi, PANORAMATR’nin direktörü Hatem Ete ile seçmen eğilimleri ile ilgili eylül ayı araştırmasının sonuçlarını değerlendireceğiz. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Seninle bu yayınları her ay yapıyoruz, ama siz ağustos ayını pas geçtiniz. Dolayısıyla, temmuzdan bu yana iki partili hava hâlâ sürüyor ve anladığım kadarıyla, Eylül ayı itibariyle CHP, AK Parti ile arasını biraz daha açmış görünüyor, değil mi?
Ete: Evet, doğru. Yani 31 Mart'tan beri ana eğilim, seçmenin büyük çoğunluğunun iki partide toplanmasıydı. Bu, olduğu gibi devam ediyor. Bu ay, sadece doğrudan tercihleri baz alırsak, seçmenin %50'si CHP ve AK Parti'de toplanıyor. Kararsızları dağıtırsak, bu oran, seçmenin %70'ine varıyor. Elbette kararsızların bugün bile beklediğimizin üzerinde bir oranda olmasının da payı var bunda. Dolayısıyla, kararsızları dağıtarak oluşturduğumuz oranlara hâlâ ihtiyatla bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü normal bir seçimde Türkiye trendi %15 civarı. On beş puan civarında sandığa gitmeyen var. Bizde kararsız ve oy vermeyenlerin oranı %27, 28 olmaya devam ediyor. Dolayısıyla, biraz siyasi partilere fazla gidiyor olabilir. Fakat yine de AK Parti ve CHP, kendilerinden sonra gelen partilerin çok üzerinde bir yerde durmaya devam ediyorlar. Seçmenin temelde yöneldiği iki ana dinamik, AK Parti ve CHP.
Burada da CHP için en belirleyici dinamik 31 Mart seçimleri olmuştu. İkinci belirleyici dinamik ise 19 Mart operasyonlarından bu yana yaşanan süreç oldu. 31 Mart'tan sonra ciddi bir oy artışı gerçekleştirmişti CHP. Sonra böyle 21'lerde durağan bir seyir izlemeye başlamıştı. Doğrudan tercihler üzerinden söylüyorum. 19 Mart operasyonlarından sonra da CHP 3, 4 puan daha elde etti. Bugün, son 6 aydır %25, 26 bandında duran bir CHP görüyoruz ve neredeyse bu artık değişmiyor. Yani 1 puanlık bantta salınan bir orana sahip. Dolayısıyla, 19 Mart operasyonları CHP'ye 3, 4 puanlık yeni bir seçmen kitlesi ekledi. Bunu da, muhalefette bulunan seçmenin, ‘’AK Parti CHP'yi zayıflatmak istiyor, ortadan kaldırmak istiyor’’ endişesi nedeniyle CHP'ye yönelişi olarak yorumluyoruz. Yani CHP, 31 Mart seçimlerinden sonra muhalefetteki birçok siyasi parti seçmeni için nasıl bir nevi bir çekim merkezine dönüştüyse, 19 Mart operasyonlarından sonra da böyle bir şey gerçekleşti. İYİ Parti'ye, Zafer Partisi'ne, bir nebze DEM Parti'ye yönelen seçmen, gerçek seçimlerde belki yine kendi partilerine dönebilir, onu bilemiyoruz şu an. Ama şu anda seçmen, 19 Mart operasyonlarına tepki olarak CHP'nin etrafında duruyor.
Benzer bir şey, CHP kadar yüksek olmasa da, iktidar kanadında da AK Parti lehine 1, 2 puanlık bir mobilizasyona yol açtı. Dolayısıyla, 31 Mart seçimlerinden sonra siyasi partilerin oy oranını etkileyen en önemli dinamik, 19 Mart. Ve bu, 19 Mart sonrasında AK Parti ile CHP arasındaki gerilimin belirlediği seçmen eğilimi, her iki partiye yönelişi arttırmış gözüküyor.

Ruşen Çakır: Şimdi iki tablo var. Birisi, doğrudan tercih tablosu, bir tanesi de kararsızlar dağıtıldıktan sonraki tablo. Beni çarpan bir iki hususu sana sormak istiyorum. Doğrudan tercihlerde, AK Parti ile MHP'nin, yani Cumhur İttifakı'nın ana blokunun toplam oyu %30'a varmıyor.  Diğerleri zaten gözükmüyor. Büyük Birlik Partisi, DSP’nin bir önemi yok zaten. Cumhur İttifakı'nın şimdiki partilerine baktığımız zaman, %30. Kararsızlar dağıtıldıktan sonra da 40'a doğru gelmiş, ama 40 bile olamamış.  Bu, iktidarın şu andaki hâli. Kararsızları dağıtıyorsun. Diyelim ki kararsızlarda yanlış bir hesap yaptın. 40 olmayan rakam 42, 43 oldu. Bu, şu anda iktidar için çok ciddi bir çoğunluk eksikliği değil mi?
Ete: Çok doğru. Ama ben, gerçekte, şu anki durumun bunun altında bile olabileceğini düşünüyorum. Çünkü kararsızları dağıtmak şu anda yüksek olan partilere yarıyor. Yani AK Parti, kararsızlardan, şu anda hak ettiğinin üzerinde bir pay alıyor. Çünkü en yüksek oyu alan kendisi ve CHP. CHP de aynı şekilde. Dolayısıyla şu anda ben ikisinin toplamının 40'lar civarında olmasını çok mümkün görüyorum. Fakat seçim olmayan dönemlerde iktidar bloku %40'lar civarındadır zaten. Çok daha yüksek bir yerde olmasını beklememek lazım.
Burada, başkanlık sistemine geçtiğimizden bu yana, adaylarla partiler arasında oluşan ayrım dolayısıyla, partilerin toplamıyla adayların aldığı oy oranını örtüştürmememiz, ikisi arasında bir paralellik görmememiz lazım. Sadece AK Parti ile MHP'yi topladığımızda %50'ye yaklaşması çok zor zaten. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı cumhurbaşkanı seçtiren koalisyon, bu partilerin dışındaki birçok partinin de desteğini gerektirecek bir koalisyon. Dolayısıyla, sadece AK Parti ile MHP'yi tuttuğumuzda, %40'lar bile iyimser bir rakam diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bir diğer husus, kararsızlar dağıtıldıktan sonra CHP'ye bulduğunuz rakam, %36-37. Yani 31 Mart'taki rakamın neredeyse aynısı. Hatta aslında AK Parti için bulduğunuz rakam da neredeyse aynı. Ama burada şöyle bir husus var. Bu ayki raporda siz de belirtmişsiniz; bu ay, az oy alan partilerde Eylül ayı itibariyle bir kıpırdanma görüyorsunuz. Bence en şaşırtıcı olan, belki kendileri biraz kızacaktır, ama öyle, Anahtar Parti’nin İYİ Parti'nin de üstünde gözükmesi, Yeniden Refah ile aynı olması. Yeniden Refah, temmuz ayında daha düşüktü diye hatırlıyorum, değil mi? Birazcık artmış hâliyle baktığımız zaman, buralarda bir kıpırtı var, ama yine de hiçbirisi %7 barajını aşamıyor. Eğer seçimlerde büyük partilerin yanında olmazlarsa, daha az oy alan o partilerin barajı geçmek için bir ittifak arayışı olabilir sanki.
Ete: Doğru. Başta dediğinden başlayayım. Kararsızları dağıtmamız CHP'ye de çok büyük avantaj sağlıyor. Bana sorarsan bu, CHP adına da doğru görmememiz gereken bir rakam. Çünkü gerçek seçimlerde bu kararsızların biraz daha düşeceğini varsayarsak, CHP'nin de bugün kararsızları dağıtıp bulduğumuz oyun biraz daha altında yer aldığını düşünmemiz daha gerçekçi olur.
Diğer meseleye gelince: Biz şimdiye kadarki bütün raporlarımızda, ‘’PKK'nın silahsızlandırılmasına yönelik olarak yürüyen bu süreç seçmen eğilimlerini belirleyen bir dinamiğe dönüşmedi, önümüzdeki dönemde ufak kıpırdanmalar olabilir kaydıyla’’ diye not düşüyorduk. İlk defa temmuz ayında biraz kıpırdanma gördük. Eylül ayında da bu trend biraz daha belirgin hâle gelmiş vaziyette. Yine çok düşük, yani 2-3 puanlık bir kıpırdanma var. Fakat yine de bir atıfta bulunmakta fayda var. Seçmenin genelini düşündüğümüz zaman, en belirleyici dinamik, AK Parti ile CHP arasındaki mücadele. Dolayısıyla da 19 Mart süreci aslına bakarsan.
Fakat PKK'nın silahsızlandırılmasına yönelik süreç de onun çok çok altında. Ama 2, 3 puanlık bir değerde bir hareketlilik oluşturmuş durumda. Bu hareketlilik de, bu sürece doğrudan karşı çıkan Zafer Partisi’ne ve İYİ Parti'ye yönelmek yerine, Cumhur İttifakı seçmeni içerisinde, bu süreçten rahatsız olabilecek muhtemel seçmenin yönelebileceği partilere gitmiş. Bu da, daha çok Anahtar Parti ve Büyük Birlik Partisi'ne yönelmiş gözüküyor. Temmuz ve eylül aylarında bizim Anahtar Parti’nin oy oranını 1’in üstünde görmemizin nedeni, hem Anahtar Parti’yi, hem Büyük Birlik Partisi'ni, ki Anahtar Parti zaten sonradan kuruldu, seçimlerden bu yana, kuruluşundan sonra ilk defa 1 puanın üstünde görmemizin miladı temmuz ayı. Temmuz ve Eylül ayında da bu yeniden tekrarlandı. Dolayısıyla ben bunu biraz, Cumhur İttifakı içindeki bu silahsızlandırma sürecine yönelik tepkinin, kendisine muhalefetteki bir partiyi seçmek yerine, Cumhur İttifakı içindeki bir partiyi seçmesiyle ilişkilendiriyorum. Yani millet Yavuz Ağıralioğlu'nu ya da Mustafa Destici'yi daha fazla iktidar koalisyonunun içerisinde değerlendiriyor, görüyor. O yüzden oraya gidiyor.
Muhalefet yarı blokunda yer alıp sürece karşı olanlar için süreç karşıtlığı, henüz bir parti dinamiğini değiştirecek bir boyutta oluşmamış gözüküyor. Çünkü oradaki hâkim duygu, CHP'nin maruz kaldığı saldırı olarak durmaya devam ediyor. Orada, CHP ile AK Parti arasındaki mücadeleyi siyaseten daha anlamlı gördüğü için, buna göre oy eğilimini netleştirip CHP'nin yanında durmaya devam ediyor. Fakat Cumhur İttifakı seçmeni için mesele AK Parti ile CHP arasındaki mücadeleden öte, AK Partili ya da MHP'li olup olmama dinamiği olduğu için, çözüm süreci biraz burada belirli bir dinamik işlevi görüyor. Orada da 2, 3 puanlık bir kayış gözüküyor. Bu da, Anahtar Parti ile Büyük Birlik Partisi'ne yönelmiş durumda.

Ruşen Çakır: CHP'yi konuşalım biraz. Daha önceki araştırmalarda da hep şu çıkıyordu ortaya: Seçmenin büyük bir kısmı 19 Mart sürecine ‘’hukuki değil, siyasal’’ diyordu.  Burada da aynı şey var. Ama bu sefer, CHP'nin 19 Mart'taki direnişini haklı bulmakla birlikte, insanların CHP'ye yönelik birtakım beklentileri ve eleştirileri olduğu görülüyor. Bunu biraz açar mısın?
Ete: Bu oran 19 Mart'tan bu yana neredeyse değişmedi. Yani ilk gün sorduğumuzda da, seçmenin %55'ten fazlası, 57, 58, 59 civarı, ‘bu, hukuki bir süreç değil, siyasi bir süreçtir. Yapılan operasyonlar hukuki operasyonlar değildir’ yargısına sahipti ve bu bir nevi konsolide oldu. Şu anda da oranlar bu şekilde çıkıyor. Biz aydan aya, mesela Adana, Antalya Belediyelerinde bir operasyon gerçekleştiğinde de sorunun kökünü değiştirip, o belediyelerle ilgili sorduğumuzda, yani sadece İmamoğlu ve İstanbul'la ilişkilendirmeden sorduğumuzda, toplumun zihninde bu kanaat oturmuş vaziyette. Yaklaşık 55, 60 arası bir oran, bunun siyasi bir süreç olduğunu düşünüyor. 30'lar civarı da, 25-30 arası bir oran da, bunun hukuki bir operasyon olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla bu, seçmende tahkim oldu.
Fakat, “CHP'nin bu süreçteki muhalefet performansını başarılı buluyor musunuz?” diye sorduğunuzda, bu oranlar düşüyor. Oranlar birbirine çok yakın. Yani başarılı diyenlerle başarısız diyenler arasında büyük bir farklılık yok. Ama CHP'nin bu sürece yönelik muhalefet performansı, bu oranların epey altında, %40'lara falan düşüyor. Bu süreç bugüne kadar böyle devam ediyor. CHP, öyle ya da böyle, toplumsal muhalefeti mobilize etmeyi başardı. İktidar karşısında bir siyasi tutum belirlemeyi sürdürüyor. Mitinglerle bu tepkiyi canlı tutuyor ve oy oranını da düşürmüyor. Bu mücadeleden, bu çatışmadan kendi lehine bir oy da devşirerek yoluna devam ediyor. Fakat bu, CHP'yi muhalefet performansı olarak daha iyi bir yere götürmüyor. Burada mesele bir şekilde gelip tıkanmış vaziyette. İki yönlü bir çıkış bulunabilir buradan. Ya siyasi olarak AK Parti ile bir müzakereyle, kapalı kapılar ardında ya da belli siyasal meseleler üzerinden bir müzakereyle bu çatışma dinamiğinin bir şekilde durdurulması lazım. Bu, bugünün koşullarında hem iktidar psikolojisi hem muhalefet psikolojisi açısından zor olacaksa ya da ikisinin de stratejisi açısından zor olacaksa, CHP'nin, bütün siyasi enerjisini, mesaini sürekli bir refleksle savunmada kalarak, bir teyakkuz modunda geçirmesinin kendisine sağladığı bir şey kalmadı. Yani alabileceğini aldı. Bunun ötesi yok. Ve bu rakamlar, önümüzdeki seçimlerde iktidar olmasını sağlayacak bir boyuta ulaşmıyor.
Benim okumam şu: CHP, bir şekilde bu 6, 7 aylık süreçte etrafında topladığı toplumsal kesimleri tutuyor. Bunları arkasında konsolide etti. Şimdi mesele, bu toplumsal kesimleri neye dönüştürecek? Yani bu toplumsal kesimlerle nereye yönelecek? Burada CHP'nin önünde en önemli imtihan olarak gördüğüm iki şey var: Birincisi, gerçekten iktidar alternatifi bir siyasi parti olarak topluma ne vaat ettiğini, topluma ne sunduğunu, AK Parti ya da Erdoğan iktidarı dışında topluma nasıl bir Türkiye vizyonu önerdiğini biraz daha fazla netleştirmesi lazım. Yani, mesaisinin %100'ünü, kendisini bu çatışmalara karşı savunmaya hasledeceğine, bunu yarı yarıya bölmesi lazım. Artık biraz seçmene nasıl bir Türkiye tahayyül ettiğini, AK Parti'den farklı nasıl bir siyaset önerdiğine de kafa yorması lazım. Birincisi bu. 
İkincisi, bu kadar fazla yoğunlukla olmasa da, CHP'nin iç bütünlüğü ile ilgili bir sorun var. Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel arasında yapılan kurultaydan bu yana, CHP genel merkezine yönelen bütün operasyonlar, bir şekilde CHP'nin kendi içinde de bir destek bulduğu için, bu operasyonlar bu şekilde devam ediyor. Ve bugüne kadar Özgür Özel yönetimi, CHP'nin içerisindeki bu iç muhalefeti zayıflatacak, kendi içinde eritecek bir müzakere süreci de yürütmedi diye görüyorum. Dolayısıyla, bu ikisi için de önümüzdeki Kongre süreci ve Kasım ayında yapılması öngörülen Olağan Kongre’nin çok kritik olduğunu düşünüyorum. Eğer CHP bu önümüzdeki kongrede artık bu teyakkuz hâlini bir tarafa bırakıp hem Türkiye'ye ne önerdiğini, hem de bu Kılıçdaroğlu ile yaşanan kurultaydan bu yana ayrışan CHP'yi birleştirmeye dair, nasıl bir parti meclisi kompozisyonu oluşturduğunu, bu kompozisyonla Türkiye'ye nasıl bir fotoğraf vaat ettiğini anlatabilirse, bu badireden çıkabilir. Kasım’dan sonraki süreç artık Türkiye'nin yavaş yavaş seçim atmosferine de girmeye başlayacağı bir süreç. Yani yarısını geride bıraktık, yarısı kaldı önümüzde. Bu önümüzdeki dönemde biraz bu teyakkuzu bırakıp, daha seçimlere yönelik bir siyaset vizyonuna yönelmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi demin fotoğraf dedin. Her ne kadar araştırmadan sonra olduysa da, hazır seni yakalamışken Çarşamba günkü şu fotoğraflar hakkında sormak istiyorum. CHP'nin yalnızlığını ‘’değerli yalnızlık’’ olarak tanımlayanlar oldu. Ben de pekâlâ bunun olabileceğini söyledim. Hatta Seda Demiralp “Outsider olmak, yani dışarıda kalmak dünyada çok popüler bir şey” yorumunu yaptı. Yani herkesin bir tarafta, CHP'nin bir tarafta olmasının aslında iyi olabileceğini söyledi. Ama Özgür Özel muhalefet partilerini bayağı yatıştırmaya çalışıyor. Biliyorsun, hepsiyle tek tek konuşmuş. “Sosyal medyadaki yorumlara itibar etmeyin” diyor. Sen ne dersin? Bu görüntü, yani CHP dışında Mecliste bulunan tüm partilerin Erdoğan'la aynı kareye girmesi, CHP için iyi mi kötü mü?
Ete: CHP için iyi değil bence. Bu, AK Parti için de iyi olmayabilir. Bunu bir siyasal iletişim fotoğrafı olarak görmek gerekir. Siyasal tutum fotoğrafı olarak değerlendirmemek gerekir. Yani iktidarın anlık kamu diplomasi atağı olarak başarılı bir operasyondu bu. Ama bu, önümüzdeki dönemin siyasetine dair, ne AK Parti adına garanti bir avantaj, ne CHP adına garanti bir dezavantaj oluşturabilir diye düşünüyorum. CHP tabanının, diğer muhalefet partilerini üzecek, onları mahkûm edecek söylemlerine karşı, Özgür Özel'in o siyasi parti liderlerini kollayan, koruyan söylemini siyaseten daha doğru görüyorum. Birçok siyasi lider, bunun, Meclis Başkanı’nın teklifiyle gerçekleşen bir nezaket görüşmesi olduğunu ifade etme ihtiyacı ve gereğini de duydular.  Dolayısıyla ben bunu, bir siyasi karar değişikliği, siyasi taraf değişikliği ya da Türkiye'nin ittifak haritasında ciddi bir değişiklik olarak okumamak gerektiğini düşünüyorum.
CHP de ilk günden, henüz böyle bir şey gerçekleşmemişken, ‘o muhalefet partileri Erdoğan'la bir ittifak kurmuş’ diyerek, onları dışlayan bir değerli yalnızlık söylemine sığınmamalı bence. En nihayetinde başkanlık sisteminde iktidar %2, 3 oy oranıyla belirleniyor ve %1 oy oranına sahip olan her parti, sonuç üzerinde belirleyici bir önemde bir işlev yükleniyor. Dolayısıyla, CHP de eğer önümüzdeki seçimlerin favori partilerinden birisiyse, seçimlerden umudunu kesmemişse, böyle bir iddiaya sahipse, %1 oy oranına sahip olsa bile hiçbir partiyi dışlamamalı bence. Bir siyasal iletişim olarak bu tür şeyler olabilir. Ben o anlamda, bir siyaset yapma tarzı olarak ittifak haritasını daha genişletmeye yönelik tutumun, daraltmaya yönelik tutumdan daha pragmatik olacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi sürece gelelim. Burada iki temel soru var. Birincisi, insanlara sadece sizin araştırmalarınızda değil, başka kamuoyu araştırmalarında da, “Olsun mu?” deniliyor ve çoğunluk, “Olsun,” diyor. “Olur mu?” deniliyor. Çoğunluk, “Olmaz” diyor. Şimdi yine bu çıkıyor değil mi? Çok fazla bir değişiklik yok.
Ete: Yok. Ana fotoğraf bu minvalde devam ediyor. Destekte bir azalma olur mu, olmaz mı endişesi vardı. Ağustos ayında araştırma yapmadığımız için, benim de eylül ayı araştırmasında en fazla merak ettiğim verilerden birisi buydu. Çünkü yaz ayı boyunca silah bırakma sürecinin durduğuna ve meclis komisyonunun da yasal düzenlemeyi gündemine almadığı için bir kriz olup olmadığına yönelik siyasi söylemlerle geçti yaz ayları. Dolayısıyla bu, toplumsal destekte de bir azalmaya yol açmış mı, açmamış mı diye merak ediyorduk. Açmamış gözüküyor. Destek, temmuz ayındaki oranlarda devam ediyor. Yani kabaca söylersek, sürece, %55'in üzerinde, 60'a yakın bir destek var. Sürecin gidişatını başarılı bulanlar da başarısız bulmayanlarla başa baş gidiyor. Yani %40'a 40 diyebiliriz kabaca. Burada da ilk güne kıyasla sürecin gidişatında da bir derece yükselme var, ama yine sürece destek kadar yüksek değil. “PKK silah bırakır mı?” sorusuna verilen cevaplarda da kısmi bir düzelme var, ama yine ‘’PKK silah bırakmaz’’ kanaati daha yüksek olmaya devam ediyor.
Bu sonuç ilk ortaya çıktığında da değerlendirmiştik. Ben bunu da bir nebze makul görüyorum. Yani insanların sürece desteği var, ama sürece yönelik güvenlerinde bir düşüklük, soru işaretleri var. Onun da birçok nedeni var. Millet, sürecin kendisini siyaset üstü görüyor. Siyaset üstü gördüğü için de bunu Türkiye için hayırlı bir mesele olarak değerlendirip destek veriyor. Fakat ‘’sürecin gidişatı’’ dediğimizde, nihayetinde gidişat aktörlerle yürüyecek bir şey. Seçmenin belli aktörlere yönelik önyargıları var. Gidişatın hangi aktöre yarayıp yaramayacağı, seçmen nezdinde önemli bir dinamik işlevi görüyor. Aktörlere duyulan güven önemli bir dinamik işlevi görüyor. Yani dolayısıyla kimisi, ‘’PKK asla silah bırakmaz,’ diyerek sürecin gidişatına güven duymuyor. Kimisi ‘’bu, Erdoğan'a yarar’’ diye sürecin gidişatına güven duymuyor. Ben, bunu çözecek en önemli dinamiğin de pratik adımlar olacağını düşünüyorum. Yani süreç ilerledikçe, mesela temmuz ayındaki silah bırakma töreni, mayıs ayındaki silah bırakma kararı, insanların zihninde, gidişata yönelik endişeleri ya da PKK'nın silah bırakmasına yönelik soru işaretlerini peyderpey azalttı. Önümüzdeki dönemde de buna yönelik haberler geldikçe, insanlar gidişata da güven duymaya başlar diye düşünüyorum. Kanaatimce burada önemli olan, desteğin devam edip etmediği. İkincisi, sürece destek veren siyasi partilerin oy oranlarında, siyasi liderleri ürkütecek bir düşüş ya da sürece karşı çıkan partilerin oy oranında bir yükseliş olmadığı müddetçe, güvenle ilgili problemler pratik adımlarla çözülebilir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi bu bağlamda şunu sormak istiyorum. Biliyorsun çarşamba günü kritik bir gün. Selahattin Demirtaş ile ilgili önemli bir gelişme olabilir. Tahliye olma ihtimalinin çok yüksek olduğu söyleniliyor. Kişisel bir yorum olarak, umarım öyle olur diyeyim. Böyle bir şey olursa, Demirtaş ve arkadaşları tahliye olursa güven artar mı?
Ete: Bir kesim nezdinde artar elbette. Burada, bu güven eksikliğinin temel nedeni, bu süreç başarıya ulaşamayabilir endişesi zaten. Dolayısıyla, ‘’süreç başarıya ulaşamayabilir ‘’endişesini kısmen dindirir bu. Fakat kalıcı olarak bu adımların sayısının artması lazım. Hatırlarsan, daha önce de konuştuk; yaz aylarında silah bırakma sürecinin devam etmesi ve toplumun bir an önce bu silah meselesinin hallolduğu duygusuna sahip olması için sadece yasal düzenleme gerekmiyordu, birçok idari adım adımın da atılması bekleniyor. Yani bu adımların bir kısmı, hasta hükümlülerle ilgili ve herhangi bir yasal düzenleme gerektirmeyen idari tasarruflar. Bir kısmı, kayyum uygulaması gibi, dediğin gibi, Demirtaş dâhil olmak üzere birçok DEM Partili siyasetçi ile ilgili dava süreçleri. Bütün bunlar bir idari tasarruf olarak sürece yönelik güven duygusunu arttırabilir.
Ama benim anladığım, iktidar, birkaç gerekçeyle bu tür idari adımları geciktiriyor. Kamuoyuna, PKK'yla, silah bırakma karşılığında bir müzakere yürütülüyor duygusunu vermek istemiyor. Yani iktidarın, bu sürecin tamamen başta konuşulan koşullar çerçevesinde, önce silah bırakmanın gerçekleşmesi ve bunun sonrasında da birçok adımın atılmasının daha kolay gerçekleşeceğine yönelik bir kanaati var. Dolayısıyla, kamuoyu nezdinde, ‘‘Bakın, pazarlık yapıyorlar, Müzakere yürütüyorlar’’ duygusunun sürece toplumsal desteği azaltabileceğine yönelik bir endişesi var iktidarın. Bu birincisi.
İkincisi, süreç net bir şekilde başarıya ulaşmadıkça, taraflar arasında, bu güvensizlik dolayısıyla, ‘’önden bir adım atıp boşa düşmeyeyim’’ temkinliliği olduğunu düşünüyorum. Bu gerekçelerle bu adımlar geçe bırakılıyor. Ama ben bunları sürecin kendisine, doğasına, sürecin Türkiye için yararlı ve başarıya ulaştırılması gereken bir mesele olduğuna yönelik stratejik karar düzeyinde bir problem olarak görmüyorum. Bunları sadece iktidarın süreci götürme tarzı ile ilgili farklılıklar olarak görüyorum. O nedenle de henüz sürecin başarıya ulaşmayabileceğine yönelik endişelerim depreşmiş değil. Ben sürecin iyi gittiğini, doğru bir yol üzerinde olduğunu ve başarıya ulaşma ihtimalinin hâlâ daha yüksek olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, şöyle bir husus var: Komisyon çalışıyor. Komisyon çalışmaları başta biraz kıpırdanma yarattı, ama sonra dinlemeler şeklinde gittiği için bir rehavet çöktü ve ‘’’Meclis açıldıktan sonra iş ciddiye binecek’’ denildi. Meclis de açıldı, ama hâlâ komisyon heyecan yaratmıyor. Yaratacak mı? Yani orada birtakım şeyler çıkmaya başlayınca, gerçekten ilgi ve destek artacak mı?
Ete: Evet. Benim de kanaatim, komisyonun önünde çok fazla ertelenebilecek bir tarih kalmadığı. Dinlemeler gerçekleşti. Belki bu dinlemelerin sayısı bir iki oturum daha sürebilir, ama daha fazla dinlemelere ağırlık vermek, Meclis komisyonunun işlevi ile ilgili soru işaretlerine yol açar.  Çünkü öyle ya da böyle, üyelerin, bu meselenin arka planına dair bir bilgi sahibi olmaları için belli bir sürenin dinlemelere ayrılmasında yadırganacak bir şey yoktu. Fakat bu gerçekleşti; hukukçular dinlenildi, akademisyenler dinlenildi, STK'lar dinlenildi, meslek grupları dinlenildi. Dolayısıyla, bu süreçten sonra, eğer önümüzdeki dönem biraz daha dinlemelere hasredilse bu, bu sürece yönelik olumlu kanaati etkilemeye başlar, insanlarda endişeleri ön plana çıkarır. Ben bu nedenle de bu ay içerisinde, komisyonun bir şekilde yasal düzenleme üzerinde esaslı görüşmelere başlaması gerektiğini düşünüyorum. Beklentim de o yönde. Bir iki ay içerisinde bu şeyleri netleştirip, Meclis Genel Kurulu’na ya da her bir üye kendi siyasi partisine, her bir üye grubu kendi siyasi partisine bir öneride, teklifte bulunmalı diye düşünüyorum.
Doğru olan, bu sürecin 2025 yılı içerisinde yasal düzenlemelerin ete kemiğe bürünmesi üzerinden yürümesidir. Eğer bu takvimde bir gecikme yaşanırsa, bu, bizi, ya silah bırakma sürecinin devletin istediği düzeyde hızlı ilerlemediği ile ilgili bir kanaat oluştuğu sonucuna götürmeli. Ya da devletin silah bırakma sürecinden bağımsız olarak Suriye'deki gelişmeleri beklemeyi tercih ettiğini düşünmemiz gerekir. Eğer bu ikisi olmayacaksa, ben bu ikisinin de bu yasal düzenlemeleri engellememesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim, önümüzdeki bir iki ay içerisinde yasal düzenleme gündemini duyuyor olmamız lazım. Bu duyulduğunda, komisyonun esas işlevi ile ilgili şüpheler ortadan kalkar ve süreç de hareketlenir, tekrar heyecan üretmeye başlar diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, son olarak, yine süreçle ilgili, komisyondan bir heyetin Abdullah Öcalan'ı ziyaret etmesi, onunla görüşmesi meselesine gelelim. En son Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “Komisyon zaten dinliyor. Öcalan’ı da dinleyebilir. Heyetin İmralı'ya gitmesinde de sakınca yok. Çünkü orası devletin bir kurumudur. Oraya gitmekte bir sakınca yok,” deyip net bir tavır sergiledi. MHP'nin de destek verdiğini biliyoruz. DEM Parti de zaten bunu söylemişti. Numan Kurtulmuş, “Nitelikli çoğunluk sağlanırsa” diye kapıyı araladı, ama sonuna kadar açmadı. Ne dersin, bu olacak mı? Olursa ne olur?
Ete: Benim kanaatime göre, oradaki karar, biraz AK Parti grubunun nasıl bir tutum alacağına bağlı. Eğer komisyondaki AK Partili üyeler de bunun bir problem teşkil etmediği, komisyondan bir grubun Öcalan'ı dinlemesinde sakınca olmadığı kanaatini taşırsa, ben CHP'nin de bu karara uyacağını düşünüyorum. Yani orada CHP grubu biraz AK Parti grubunu izleyecek, ona göre bir tutum alacak diye düşünüyorum. MHP ve DEM Parti zaten bu süreci desteklediklerini ifade ettiler. Dolayısıyla, önümüzdeki haftalarda, AK Parti grubunun bir karar vermesi gerekir. Eğer bu süreçte bir sakınca görmezse, Meclis Başkanı’nın da beyanına göre bir ziyaret gerçekleşir.
Bu ziyaret ya da bu görüşme de henüz biçim olarak da netleşmiş değil. Yani meclisten, komisyondan bir küçük grubun İmralı'ya gidip Öcalan'ı orada dinlemesi mi tercih edilir? Öcalan'ın görüntülü bir mekanizmayla, komisyonla buluşması mı tercih edilir? Bu mahkûm ifadelerinde de kullanılan SEGBIS yöntemi mi tercih edilir? O konuda da bence henüz biçime de karar vermiş değiller, esasa da henüz karar vermiş değiller. Dolayısıyla, AK Parti'nin tutumu burada biraz belirleyici bir rol oynar diye bekliyorum. Ama belli ki Öcalan bu konuda çok ısrarlı. İmralı'nın ısrarına paralel olarak, bu meclis komisyonuna ilk günden beri yüklenen işlevlerden birisi, biraz siyaseten muhatap alınma meselesiydi. Dolayısıyla, bugüne kadar geciktirildi, ama önümüzdeki dönemde bununla ilgili bir karar vermesi beklenir.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman şöyle toparlayabilir miyiz? Bu ayki araştırmada, seçmenin hatırı sayılır bir bölümü CHP'ye 19 Mart sürecinde destek veriyor, ama CHP'den de çok umutlu değil. Yani bir yanıyla haklı buluyor, ama yeterli bulmuyor, değil mi?
Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Birincisi bu. İkincisi, süreç konusunda çok da yeni bir şey yok, değil mi?
Ete: Evet. Orada da aynı ikilemi sürdürebilirsin. Seçmen sürece destek veriyor, ama gidişata yönelik soru işaretleri var.

Ruşen Çakır: A evet, çok güzel. Bak bunu düşünmemiştim. Sürece ve CHP'ye destek var, ama umut pek yok.
Ete: Her iki durumda da toplum siyasal olgulara yönelik kararında net, ama siyasi aktörlerin performansına dair soru işaretleri var.

Ruşen Çakır: Evet. Çok sağ ol, Hatem. Böylece, finali yapmış olduk. Çok teşekkürler.
Ete: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Hatem Ete ile PANORAMATR'nin eylül ayı araştırmasını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
11.10.2025 Demirtaş Öcalan yüzünden mi tahliye olamıyor?
10.10.2025 TSK Şam’la birlikte YPG’yi vuracak mı? SDG Öcalan’a ”Hayır” mı dedi?
10.10.2025 Ünlü olma suçu
09.10.2025 Komisyondan bir heyet İmralı’ya gider mi? Giderse ne olur?
08.10.2025 Selahattin Demirtaş’ı beklerken
07.10.2025 Toplum CHP iktidarını niçin hayal edemiyor?
06.10.2025 Fatih Altaylı yayınlarına niçin ara verdi?
06.10.2025 DEM’li fotoğraflar
06.10.2025 Taşlar yerinden oynuyor mu? CHP ve AKP arasındaki tabloda son durum | Hatem Ete anlatıyor
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı